25 Aralık 2018 Salı

elinde fırsatı olan yaşasın...

ilk nefes...
son nefes...
sadece iki kişi arasında paylaşılan...
hayatı veren... 
hayat verilen...
ana ve çocuk...

sonrası
ilk nefesi verenle ilk nefesi alanın birlikte yaşadığı ilk an...
doğum...

sonrası...
aynı yerde
ayrı yerde
uzun olan
kısa olan
paylaşılan
paylaşılamayan
yaşam...

sonrası
anılar...
ya kaydedilmiş kıymeti bilinen anlarıyla...
ya kaybedilmiş kıymeti bilinmeyen yanlarıyla...

sonrası
ilk nefesi verenle ilk nefesi alanın birlikte yaşadığı o an...
son an...
( ... )

sonrası...


bunun sonrası falan yok...
elinde fırsatı olan yaşasın...

tuncaydoğankalemoğlu
Kanlıca, temmuz 2018, İstanbul

20 Aralık 2018 Perşembe

SUSUZ KALINIR EL SULARININ İÇİNDE...

ben diyeyim de... TDK

kanlar kaynarken hem damarda hem hayatta 
anlaşılmadığında...
öncesi bilinmez sonrası konuşulur bir yerlerde yaş 
anıldığında...
gel gör ki o zamanda fer kalmamış olur gözlerde yaş alındığında...

ve bir gün

gün gelir fark edilir 
yaz bunu bir kenara
kendi suyunu arar insan damak kuruduğunda susuzlukta...
el kalınır ellerin sularında yalnızlıklar selinde
hayal bile edemezsin inan 

susuz kalınır el sularının içinde...


TDK
tuncaydoğanKALEMOĞLU
13.12.2018, Kanlıca  / İstanbul

17 Aralık 2018 Pazartesi

palamarları çözmek kadırgaları yakmak...

siz 

palamarları çözmenin

kadırgaları yakmanın 
ardına bakmamanın
ne demek olduğunu bilir misiniz...

ben bilirim de...


TDK
tuncaydoğanKALEMOĞLU
13.12.2018, Kanlıca / İstanbul.

25 Kasım 2018 Pazar

kaligrafi yaparak...

iki gün önce
geçen pazar sabah kahvaltısında 
hanımım sordu bana
sana ne oldu böyle diye...

ne olmuş ki bana dedim
sordu
botoks mu yapıyorsun yüzüne dedi.

hayır dedim 
sonrası sordum ama neden diye 
iyi görünüyorsun da ondan
göz kenarında ki kırışıklıklar yok olmuş dedi...

bilmem 

keten tohumu ve keçi boynuzu özü içiyorum sabah akşam
bir de kefir
bundan dolayıdır belki de dedim...

eh malum 

yaş kemale erişince bir aralıktan
ardından da belirince ve azalınca sayılacak seneler...
ufaktan...
yaklaşınca yol ötesi ve görününce son mekanlar...
ufuktan...
haliyle sağlığını da artık düşünüyor insan...

hadi gelin eğri oturalım 
adını da doğru koyalım çok fazla felsefeye dalmadan
bilmem ne korkusuyla diyelim buna...

önceleri ermiyor akıllar 
sonraları anlıyor erenler...
Ömer dedenin Bekir dedeye dediği gibi
'' yaşlılıkta okka okka çıkar gençlikte dirhem dirhem girenler...'' 

bunu herkes anlar da bir zamanlar da
evvelsi umursamazlar 
ama sonrası doğru yanlış anlatılanlara uyarlar
tohumdu 
bitkiydi 
şerbetti 
özüydü 
suyuydu
buyuydu
şusuydu 
busuydu derken...

kimileri derisinin altına şırıngalatır ilacı balon gibi şişerler...
kimileri gençleşme yolunda orasına burasına sürerler...
kimileri de sağlık versin diye umutla içerler...

benim kisi de öyle bir şey işte

keten tohumuydu kefirdi keçi boynuzu özüydü derken
adına artık bunun nasıl denirse 
sağlık ve bakım yapılan yaşlar oluyor bunlar herhalde
serde kendince...

geçen zamanı her nedense
yakıştıramaz kimse kendine...

bir zamanlar dik duran başların kıçları
felsefe yaparak zevahiri kurtarmaya çalışacağım derken
zamanı gelen bir günde 
aşağıya eğilmeye başlar dalları...

her neyse

biz dönelim konumuza
nereye bağlayacaktım mevzuyu ben
şuraya
sonra düşündüm de bir ara kendi kendime
botoks da yaptırmıyordum oysa
neden yüzümdeki kırışıklıklar gitsin ki diye...

gittiyse o yılların şahidi olanlar
yani yüzümde ki kırışıklıklar...
sanırım sebep şu olsa gerek 
kafada bitirmek...

palamarları çözüp kadırgaları yakarak...
kendi adıma kaligrafi yaparak...



TDK
tuncaydoğanKALEMOĞLU
21. kasım. 2018, Kanlıca / İstanbul



3 Ekim 2018 Çarşamba

Sitanbul' mu İstanbul' mu...


İstanbul' da bulunup da Sitanbul' u yaşıyorsan eğer
yapacak şey çok
keyif büyük...

Sitanbul' da bulunup da İstanbul' u yaşıyorsan eğer
yapacak bir şey yok
sıkıntı büyük...


Tuncay Doğan Kalemoğlu
03. ekim. 2018, Beylerbeyi - İstanbul/Sıtanbul.

3 Eylül 2018 Pazartesi

eylül' e yazılıyor satırlar...

baktım şiirlere 
hep eylül' e yazılıyor satırlar...

sordum kendi kendime acaba neden diye
hazan mevsimi zahar dedim 
hani yaprakların sararıp yeşilini kaybettiği anlar...
toprağa dökülmeye başladığı günler...

peki ama neden
yeşilken o kadar önemli değil de
sarardıklarında mı anlamlı oluyorlar bunlar
hep toprağa doğru yol aldıklarında mı değerleniyor bu yapraklar...

geç değil mi o an artık düşünmek ve anlamak için onları...
oysa bu an onlar için artık farklı
çünkü bu onların geri dönemeyecekleri son hazan yolculukları...

acaba hep hazan mevsiminde mi eriyor akıllar başa
fark ediliyor son renklerinde hepsi
hatırlanıyor hep yapraklar düşerken birer birer toprağa...

ve...

hep '' eylül' e yazılıyor satırlar...''

Tuncay Doğan Kalemoğlu
4. eylül. 2018, Kanlıca / İstanbul




27 Temmuz 2018 Cuma

İstanbul' un sessiz sesi, yirmili yaşın gözü, altmışlı yaşın sözü...

vefatının ( 26. temmuz. 2017) birinci yıl dönümünde Sn. Talat Turhan' a saygıyla...

o çocuk...

Üsküdar' dan bindiğim Kanlıca motorunda telefonuna dalmış olan
o motorda ki çocuğun vurdumduymazlığı var ya
umursamadığı
yüzüne bile bakmadığı İstanbul' a karşı ilgisizliği...

yanından geçerken sessiz sesini duymadığı 
duyulmayı bekleyen bir çok Sitanbul var ya anlayamadığı 
oralarda bir yerlerde
her yerlerde...

onları bilsin duysun anlasın istedim
bir kaç şey söyledim ona kendimce bir şeyler anlatarak
her akşam eve bu yoldan döndüğünü söyledi yüzüme bakarak
buraları hep görüyorum demeye getirdi anlayacağınız

oysa ben
her dönüşümde bile olsa
yudumluyordum kendimce hem İstanbul' u hem Sitanbul' u
bildiğim gördüğüm kadarıyla
eve dönüş yolumda...

sonrası
Kanlıca iskelesine ulaştığımız zaman öne yürüdük
motordan inerken genç gözlerine baktım
anlamasını isteyerek şöyle dedim ona

bir şey daha var çocuğum...

'' her akşam yoktur, 
  kalan akşam vardır...''

***

o bir gençti 
delikanlıydı
güzel insandı
ama görmek istediklerimi kapatan ve önümde durandı
söylemeye çalıştım ona
ne kadar anladı ise o kadar anladı beni
çünkü doğal olan yirmili yaşları kadardı... 

yüzüme baktı 
gülümsedi

gitti...

***
martı önümden süzülerek yaladı geçti beni
ne çiseleyen yağmur ne de soğuk umurunda değildi Üsküdar' da o gün her şey aynı gibiydi sanki vapurda ki koltuğun telaşındaydı koşuşturanlar 
cam kenarı koltuğunun derdindeydiler anlayacağınız
her zaman ki gibi
bildik halleri içindeydiler üşüyenler...

kimisi pürtelaş
kimisi sakin
dışarıda yağmura yakalanmak istemeyenler...
bazıları yorgun
bazıları bezgin...
her akşam olduğu gibi evlerine dönenler...

oysa ben...

genelde arka güvertede 
soğukta olsa hava ve çok üşümezsem eğer öyle fazlaca
çayımı içerim günün yorgunluğuyla...
sarmalarım İstanbul' u içime eve dönüş yolumda
Boğaz' ın her bir gördüğüm ve bildiğim yanını
seyrederek o pek sevdiğim martılarını
tütünümün dumanıyla...

eğer...

anlatabilseydim önümde duran o çocuğa bunu
İstanbul' un sergilediklerini
boğazın köpüklerini
martılarının sesini
çok isterdim ona hissettirebilmeyi
en azından 
birini  
ikisini
diğerlerini
değerlerini...

anlatmalıydım ona

kimisinin kaçtığı
kimisinin taptığı
kimisinin tattığı
kimisinin kustuğu
bu şehri İstanbul' u...

oysa...

ne bende o beceri ve akıl vardı
dikkatini verebileceği kısa sürede bu şehri ona anlatabilecek...
ne de onda o sabır ve istek vardı
benim ona anlatabileceğim uzun süreye ve bana katlanabilecek...

çünkü...


bir kere yaş farkı vardı aramızda
ikimizde farklı bakıyorduk dünyaya...

onun dünyası bir başkaydı yirmilerinde...
benim dünyam ise bin başkaydı altmışlarımda...

eğer...


fısıldayabilseydim çocuğun kulağına
bir yerlere sıkışmış 
kimse tarafından duyulmayan 
o İstanbul' un sessiz kalan sesini...
anlatmaya çalışsaydım kendimce ona
kargaşanın içinde kaybolmuş olan 
bu şehrin sessiz sesini ve gizini...
aynı anda işitir miydi ve görür müydü acaba hepsini...

keşke...

yaşayamadığı bu şehrin herhangi bir güzelliğinin koynunda
bilebildiklerimi ve anlatmak istediklerimi söyleye bilseydim ona
şöyle deseydim bana bakan çocuk gözlerine yavaşça
yanından geçiyorsun yaşanmışlıkların fark etmeden çocuğum...
kaçırma...
deseydim...

acaba...

anlar mıydı o zaman yirmili yaşlarının gözleri...
benim ona fısıldadığım altmışlı yaşlarımın sessiz sesini...

birde...

anlatabilseydim o çocuğa Roman mahallesinde ki bir düğünü
gözlerini kapatarak mest olmuş klarnet çalan 
o çirkin ama dünya güzeli esmer adamı
konu komşu sokakta neşeyle dans ederken gülen çocuklarıyla
plastik sandalyeler arasında raks eden o kadını 
hissettire bilseydim ona 
hepsinin coşkusunu ve mutluluğunu anlayacağınız...

ve ayrıca...

mızrabın sesini dinlete bilseydim ona udun olduğu bir mecliste
hiç dinleyemediği...
yayının tınısını tattıra bilseydim ona bir tambur üstadının elinden
hiç duyamadığı...
şehrin yaşayan ve yaşanmış ruhunu akıta bilseydim gönlüne
hiç bilemediği...
ait olduklarımızın gizemini anlata bilseydim bana bakan genç gözlerine
hiç göremediği...
çirkinliklerin ve pisliklerin arasından sessiz bakan şehrin güzelliklerini...
hiç fark edemediği...
hisseder miydi acaba bunların hepsini...

kim bilir...

dillenseydi de İstanbul 
serseydi önüne kendisini yaşayanların barındırdıklarını...
bestelerini
şarkılarını 
notalarını 
satırlarını 
şiirlerini 
hislerini 
tarihini
dinler miydi ya da okur muydu o çocuk acaba...

keşke...

elimde sihirli bir değnek olsaydı da
Nedim' in Şehri Sitanbul' u nu anlatabilseydim ona
şiiri '' Kaside'' deki satırları ile anlattığı gibi...

'' Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır
  Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır.'' dediği şehri... (*)

bunu yazdım diye de sanmayın ki 
çok anlarım divan edebiyatından şiirinden şairlerinden
sadece okumuştum zamanında Kaside' yi bir kaç kez dem ile
çıkmamış hiç aklımdan...

ama...

bilebilseydi ve anlayabilseydi eğer anlatılanları
dalmazdı kendince telefonunun sanal dünyasına...
hissederdi bir değil binlerce kere etrafını
güvertede sırtı dönük durmazdı etrafına...
o zaman
tadardı görüntülerin tadını
bakardı şehrin her anına...

eğer anlatabilseydim bilebildiklerimi şöyle
bir bir yerleriyle
tek tek değerleriyle...

deseydim ki ona...

***

HAYDARPAŞA GARI...

bak çocuğum

şu uzakta siluetini gördüğün bina var ya
işte orası 13. kasım.1918' de 
Mustafa Kemal' in Adana' dan İstanbul' a geldiği gardır 
trenden indiği yer olan Haydarpaşa' dır...

o günkü manzara ise geldiği zaman oraya
İstanbul' u işgal eden itilaf devletleri donanmasıydı...

itilaf devletleri 
biz onlara yedi düvel deriz çocuğum
anlayacağın böyle der bu millet onlara
bütün dünya 
bütün devletler demek bu halk ağzıyla ...

neyse
22 İngiliz
12 Fransız
17 İtalyan
4 Yunan gemisi
6 denizaltıdan oluşan tam 61 parçalık donanma ile 
İstanbul’u işgal etmişlerdi 13 Kasım 1918 tarihinde…

oysa...

1915’te 
o zırhlıları Çanakkale’de denize gömmemiş miydi bu ülke
durdurmamış mıydı düşmanı 57.263 şehit vermenin bedeliyle...
bir yıl savaşmamış mıydı bu millet
İstanbul’un işgalini önlemek için
nereden çıkmıştı şimdi bu 
Mondros Ateşkes anlaşması ve İstanbul' u teslim etmek...

Çanakkale' de onca kan onca can ve onca mücadele
boş yere mi feda edilmişti söyle
ama üç yıl sonra tekrar işgal edilmiş bu ülke 
13. kasım.1918' de...

kör talihe bakar mısın sen çocuğum
bir zamanların Çanakkale savaşının galip komutanının
Mustafa Kemal' in trenden indiği tarihte ve günde
Haydarpaşa Garı' nda ayak bastığı yerde
tören geçidi yaparcasına düşman gemileri Gazi' nin önünde
İstanbul' da boğazdan sıra sıra girmekteydiler ülkeye...

sonrası
Mustafa Kemal Haydarpaşa’da oturmuş
Gar’ın iskelesinde çayını içmiş ve beklemiş
ardından
adı sonradan Kartal istimbotu olarak değişecek olan
bu gün müze yapılmak üzere restore edilen
Fransız işgal kuvvetlerine ait Enterprise istimbotu ile 
Galata Rıhtımı’na doğru yola çıkmış...

yolda
düşmanın Çanakkale savaşı sonrası İstanbul’u işgal etmesine bakıp
sadece üç kelime söylemiş çocuğum o istimbot da
üç kelime sadece...
sessizce...

“ Geldikleri gibi giderler...” 

bu sözler onun tarafından söylenen
atamızın aslında Kurtuluş Savaşını o an başlattığının ifadesidir...
geldikleri gibi gittiler de zaten...

Galata Rıhtımına giderken söylenen üç kelimeyi
Mustafa Kemal' in bu  sessiz sesinin gücünü 
bilir misin sen çocuğum…
Mustafa Kemal' in bu sessiz sesini yüreğinde 
hiç hissettin mi sen çocuğum...
bunu bağrında saklayan İstanbul' u ve sessiz sesini
hiç hissettin mi ve duydun mu sen çocuğum...

ülkenin işgali onun için ve millet için yürekler acısıydı
işte Mustafa Kemal' in bunu ilk gördüğü yer
bu Haydarpaşa tren garıydı...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı
Haydarpaşa Garına farklı bir gözle bakar mıydı...

***

GALATA KULESİ...

bak çocuğum...

Galata Rıhtımı dedim ya şimdi sana
aklıma geldi bir anda
şu uzakta 
karşı tarafta olan bir kule var ya orada...

29 mayıs 1453' de bir salı sabahı 
Cenevizlerin Galata Kolonisi anahtarlarını
Fatih Sultan Mehmet Han' a takdim ettikleri kuledir orası
hemen üç gün sonrasında
1 haziran 1453' de bir cuma günü ise
Galata' nın teslimi tamamlanmıştır bu yerde...

işte çocuğum
Hezarfen Ahmet Çelebi o kulenin üzerinde
kanat takarak ilk kıtalar arası uçuşu gerçekleştirmiştir bir tarihte
atlama burayı bu çok önemli
bir insanın iki kıta arası yaptığı ilk uçuşudur bu 
işte o kule çocuğum
bir zamanlar Cenevizlerin olan İstanbul' daki Galata kulesidir...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

***

AYASOFYA VE SÜLEYMANİYE...

bak çocuğum

Eminönü' nün solunda geride görünen
Sarayburnu' nun tam arkasında ki
Ayasofya' nın kubbesidir '' kutsal bilgelik '' anlamına gelen 
Sultanahmet camisinin tam karşısındaki yerde
iki inanç birbirine bakar asırlardır
ne yazık ki sevgi ve hoş görü yerine rekabetle...

sağ tarafta olan ileride ki ise
Süleymaniye' nin minaresidir Sinan' ın '' kalfalık eserim '' dediği 
Süleymaniye mahhallesinde olan
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yerler buralar...

***

TOPKAPI SARAYI...

bak çocuğum

Sarayburnu sahili sırtlarında ki o gördüğün koca Saray ise
çok şeyler oldu orada zamanında çok
hangi birini bilsem de söylesem çocuğum sana 
satırlar almaz sözler yetmez buna
zaten bir çoğunu bilmiyorum bile
Osmanlı Saltanatının mekanıdır orası...

devlet geleneğiydi o zamanlar
orası için çok anlamlı
vefat eden Osmanlı padişahlarının getirildiği yerdi burası...
Topkapı Sarayı...
Sarayburnunda
hemen Gülhane parkının solunda...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

***

GULHANE PARKI VE NAZIM HİKMET...

bak çocuğum

Gülhane Parkı dedim ya şimdi sana
Nazım Hikmet' in Ceviz Ağacı şiirinin dizeleri geldi birden aklıma...

dinle bak ne olmuş orada zamanında
biraz komik biraz hoş biraz güzel ve oldukca anlamlı da...

şair o aralar kaçak ve polis tarafından da aranmakta  
bir gün sevgilisi Piraye ile buluşacakmış Gülhane parkında 
bir ceviz ağacının altında 
bunu paylaştığı arkadaşı ise polise ihbar etmiş onu...

gittiği zaman oraya
polis kaynamakta her yerde Gülhane parkında
saklanmak için buluşacakları ceviz ağacına tırmanıverir 
Piraye ise az sonra o ceviz ağacının altına geliverir...

Piraye orada ceviz ağacının altında
polisler orada ceviz ağacının etrafında
Nazım Hikmet orada tırmanmış vaziyette ceviz ağacına...

hepsi bekler
ardından zaman geçer herkes orayı terk eder
Nazım Hikmet ise ağaçtan iner yoluna gider
ama inmeden evvel ağacın tepesinden
çıkarır kalem kağıdını
aşağıya sevgilisine bakarak iki ara bir dere
şu şiiri yazar ikinci eşi olacak olan Piraye' ye...

CEVİZ AĞACI...


Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. 

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.


Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. 

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. 

işte böyle olmuş çocuğum...
şiirinde bahsettiği park ise
Sarayburnu tarafında ki yeşillik alan olanı
Gülhane Parkı...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı
Galata Kulesi' ne 
Süleymaniye' ye
Ayasofya' ya
Sultanahmet' e 
Sarayburnu' na 
Gülhane parkına farklı bir gözle bakar mıydı...

***

KIZ KULESİ VE NAZIM HİKMET...

bak çocuğum

Salacak sahiline yakın olan adacık var ya
Kız Kulesidir orası
elbette bilirsin
ama şimdi anlatacağım onun kendine ait olan bir anısı...

yaklaşık yüz yetmiş sekiz yıl kadar önce
bir Alman çocuğu on iki yaşında iken
yüzerek kaçmak istemiş miço olarak çalıştığı 
Salacak açıklarında demirlemiş olan bir gemiden...
  
yüzerken Salacak tarafına doğru o gün
akıntı götürmüş onu Salacak yerine Kız kulesine
adı Ludwig Karl Friedrich Detroit imiş o çocuğun
yüzerek çıkmış ve sığınmış Kız Kulesinin sahiline... 
  
dönemin sadrazamı Ali Paşa onu himayesine almış
Harbiye' de eğitim gören Mehmet Ali adı verilen bu çocuk
Sultan ikinci Abdülhamit zamanında Paşa olmuş...

yıllar sonra Paşanın dört kızları 
kızlarının da çocukları doğmuş
torunları anlayacağın Mehmet Ali Paşanın...

kızlarından Celile olanının bir evladı
Paşanın torunlarından biri erkek olanı
şairimiz Nazım Hikmet' miş...

işte orası da Salacak ve Kız Kulesi imiş
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı
Kız Kulesi ve Salacak' a farklı bir gözle bakar mıydı...

***

DOLMABAHCE SARAYI VE ATATURK...

bak çocuğum...

karşı sahile sola çevir başını
dikkat et oradaki binaya 
Beşiktaş' ın stadyumu değil evladım
aklın fikrin topta tepik de
o değil söylediğim
Dolmabahçe sarayı benim dediğim...

hani hasta yatağından zorla kalkarak
onu görmeye gelen denizdeki Harbiyeli öğrencilere bakan 
el sallayarak son vedasını yapan
muhtemelen bu millet ve vatan için yaptıklarını hatırlayıp
düşünceler içinde yatağında son nefesini veren
Gazi' nin son mekanı...

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu 
hani o '' ne mutlu Türküm diyen '' sözün sahibinin
Gazi Mustafa Kemal Atatürk' ün odası ve penceresi olan
tam karşıda uzakta görünen saray çocuğum
o bina 
hasta yattığı ve son nefesini verdiği Dolmabahçe sarayı...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı
Dolmabahçe' ye ve Saraya farklı bir gözle bakar mıydı...

***

BEYLERBEYİ SARAYI VE ABULHAMİT HAN...

bak çocuğum...

şu sağımızda olan
hemen vapurun önünden geçtiği bina
hani şu sol üst köşede ki pencereler var ya
orası
Osmanlı tarihine otuz üç yıl saltanatı ile iz bırakmış olan 
Sultan İkinci Abdülhamit Han' ın odasıdır orası...

Balkan harbi sebebiyle sürgünde ki Selanik' den gelip
beş yıl yaşadığı mekanı...

ve sonrası soğuk algınlığından hastalanıp
muhtemelen yıllarını geçirdiği bu memleketi düşünürken
son nefesini verdiği son mekanı
yaşamını yitirdiği yatağının olduğu yerdir orası...

ardından Osmanlı devlet geleneği ile vefatı sonrası
Topkapı sarayına taşındığı Beylerbeyi sarayıdır burası...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı
Beylerbeyi' ne ve Saraya farklı bir gözle bakar mıydı...

***

KUZGUNCUK VE TALAT TURHAN...

bak çocuğum...

şurası Kuzguncuk...
arkada gördüğün iki kubbe var ya
hemen Kuzguncuk iskelesinin sol arkasında
soldaki minareli olan Kuzguncuk Camisi
sağdaki üstünde haç olan  
Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesi...

ikisi de aynı bahçededir...
Rumların Ermenilerin Türklerin 
bir arada yaşadığı zamanlardı o zamanlar
düzenleri bozan Gladyo öncesi...

cami ve kilisenin aynı bahçede olması 
çok önemlidir çocuğum
farklı inanç değerlerinin bir arada bulunması
insanların komşu olup birlikte yaşaması
yan yana...
yaşamlarını yitirdiklerinde birbirlerinin evlerine yemek götürmeleri
taziye ziyaretinde bulunmaları gibi...
böyleydi bir zamanlar farklı inançta ki insanlar çocuğum...

işte bu yaşam düzenini bozan Gladyo' yu kitaplarında anlatan
ara sokakta hemen ilerisinde bir evde yaşayan bir büyüğüm vardı
bildiğim ve bazen ziyaret için gittiğim zamanında
sahibini tanıtacağım sana...

26.temmuz.2017' de vefat eden
28. temmuz' da Kuzguncuk camisinde namazı kılınan
düzenleri bozan Gladyo' yu kitaplarında yazan
bu gün yakında ki Nakkaştepe mezarlığında yatan
vatansever yazardır Talat Turhan...

çocuğum o bir aydındı 
ülkesini seven Atatürk' ün yolunda bir askerdi 
yıllardır kitapları ile 
yılmadan anlatmaya çalıştı dünyayı
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarını...

ne silah arkadaşları anladı onu
ne de o silahın ardından giden sonrakiler
ne bu ülkede Atatürkçüyüm diyenler dinledi dediklerini
ne de diğerleri 
sevenlerinin dışında...

evlerinde oturanlar yolda yürüyenler bilmezlerdi bile onu
ne kendisini
ne kitaplarını
ne düşüncelerini
ne de Uğur Mumcu ile birlikte hapiste yattığını...

şimdi bile anlatmaya çalışsam onu 
sana
ona
diğerlerine
umursamazlar bile
sormaz hiç biri o kimdir diye...

anlamak için onu 
yazdıklarına kafa bile yormazlar çocuğum
yazdıklarını okumazlar bile çocuğum
zaten kimse kitap bile okumaz çocuğum...
ardından
kazandık veya kaybettik diyede gülerler veya ağlarlar 
sonrası
dünyada ve ülkede olan bitenlere komplo diye bakarlar...
çocuğum...

işte o böyle bir insandı o
bu gün bile çoğunun halen ne olduklarını bilmedikleri
Kontrgerilla ve Gladyo' yu bu ülkede ilk anlatan ve yazandır o...

yatmakta orada şimdi sessizce herkes gibi yerinde
fırtınalı bir yaşam sonrası sakin 
Kuzguncuk Nakkaştepe' de...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın o kabirde...

***

NAKKAŞTEPE VE ŞEVKİ BEY...

bak çocuğum...

şu karşı sırt var ya Kuzguncuk' da 
ağaçların arasında görülen kabirlerin olduğu yer
kabir denir o zamanların demesiyle
mezarlık denir bu zamanların denmesiyle
bir bestekarımız yatmakta orada...

Şevki bey...

bilir misin bu değerli insanı
onun 'küşade talihim hem bahtım uygun '' hüzzam eserini...
ve kısa yaşam süresini...
otuz bir yaşına kadar yaşamıştır
ama yüzlerce beste yapmıştır
bir değerdir musikide kendisi...''

o da yatmakta orada şimdi sessizce herkes gibi
sakin bir yaşam sonrası kendi yerinde
Kuzguncuk Nakkaştepe' de...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...
   
diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı...
Kuzguncuk' a  Nakkaştepe' ye farklı bir gözle bakar mıydı...

***

AŞİYAN MEZARLIĞI...

bak çocuğum...

başını çevir karşı tarafa  
Rumeli Hisarı' na ve soluna
Uremeli Hisarı' da der bazı satırlar oraya
bir çok değerli insanların son mekanıdır burası
surların korumasında yeşillikler arasında
Müslümanların ve olmayanların bir arada yattığı yerdir orası...
bir gün git oraya hissedeceksin 
Yaradanın gözünde insan olmanın değerli birlikteliğini
ne olursan ol toprak altında eşit yan yana yatabilmeyi...
Aşiyan Mezarlığında...

bilir misin kimler var orada...

tırmanırken yukarıya doğru hafiften
kapısına doğru yokuştan
beş on metre kadar sonra sağda
duvarın hemen arkasında

'' hatırla mazi- i mesudu sen de ben gibi yan '' diyen

Münir Nurettin Selçuk var orada
eşi ile yan yana yatmakta...

hemen biraz arkasında içeride
değerli şairimiz Özdemir Asaf' da birlikte yatar eşiyle...

yokuşu az daha çıkınca Aşiyan' ın kapısı sağdadır
Ahmet Hamdi Tanpınar' ın yeri girişte ilk soldadır
kapıda karşılar içeri girenleri
taşında şöyle yazan satırlarıyla...

'' ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında...''

neredeyse onun hemen yanı başında
Yahya Kemal Beyatlı yatar orada
demir korkuluğa dayanmış olan taşta yazan mısralarıyla 
gelenlere şöyle der değerli şairimiz...

'' ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde
   gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
   ve serin serviler altında yatan kabrinde
   her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter...''

az ileride Orhan Veli Kanık yatar
giriş meydanının sol yukarısında 
dizeleri yoktur mezarında
sadece Orhan Veli yazar başında 
o da mezar taşında değil 
üst köşede sağda bir yerde
dediği gibi 
İstanbul' da
Boğaz içinde
bir garip Orhan Veli Urumeli Hisarında
Kanık' sız ismiyle...
mısra-sız taşıyla...

biraz üst kısımda şimdi dinlenmekte olan
son mekanı olan yerinde
şair Edip Cansever ona eşlik etmekte...

Kurtuluş savaşının kahramanı Fahrettin Altay Paşa' da oradadır
vatanımızın kurtarıcılarından
Atatürk' ün silah arkadaşıdır o
9 eylülde İzmir' e ilk giren komutan olan
yüzbaşı Şerafettin Beyin Komutanı
meydanın az ilerisinde eşiyle beraber yatar 
aile kabristanında...

edebiyatçı vatan şairi Tevfik Fikret
değerli ressam yazar siyasetçi Abidin Dino
romancı gazeteci eleştirmen şair Atilla İlhan
hemen yanında yatan Cumhuriyetin ilk kadın balerini Kaya İlhan
hepsi oradalar...

bilmezsin şimdi sen muhtemelen çocuğum
Kutsal emanetler Medine' den İstanbul' a getirilmiştir zamanında
Topkapı' da Hırka-i Saadet Dairesi içinde muhafaza edilirler
bunları Medine' den kurtarıp İstanbul' a gönderen
1916' da iki yıl yedi ay Medine' yi İngilizler ve Arap çetelerden koruyan
ardından  Malta' ya esir giden ama oradan da kurtarılan
Atatürk' ün Kurtuluş savaşında' ki silah arkadaşı 
Medine müdafii General Fahrettin Türkkan' dır...
işte çocuğum girişte meydanın az ilerisinde 
o da ailesi ile birlikte Aşiyan' da yatar aile kabrinde...

gazeteci ve yazar Hasan Pulur
spor adamı Galatasaraylı Gündüz Kılıç
TRT spikeri gazeteci Hikmet Münir Ebcioğlu
Fenerbahçe' nin efsane kalecisi Cihat Arman...

ülkemiz ve İstanbul için çok değerli olan
onca değerli insan
daha niceleri yatar orada aklıma gelmeyen...

hangi birini anlatsam sana çocuğum bilmem ki
zaten her birinin her şeylerini de bilemem ki...

böyle bir yerdir burası
daha ne diyeyim sana çocuğum hepsi bu
Aşiyan işte orası...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı...
Aşiyan' a farklı bir gözle bakar mıydı...

***

ardından Vaniköy Kandilli sonrası Çengelköy  

Çengelköy burası desem ona 
salatalığı meşhur diyecektir muhtemelen bana...

***

ÇENGELKÖY...

bak çocuğum...

şu gördüğün yer var ya
çarşıdan sonrası sahil yolunda sağda
Kuleli Askeri Lisesi orası
o günlerden bu günlere
çok şeyler yaşadı burası...

uzun uzun anlatmayayım şimdi sana tarihini
iyisi var kötüsü var 
epey bir önceye gider hikayesi...

hatırlamıyorum çoğunu zaten
bakmam gerek kitaplara
ama bil istedim önemlidir 
bu bina...
bu yaka...
bizim için şimdi 
acısıyla 
tatlısıyla
hafızalarda yaşamakta...''
  
Çengelköy' de...

hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı...
Çengelköy' e farklı bir gözle bakar mıydı...

***

ANADOLU HİSARI...

bak çocuğum...

şu yüksek duvarları olan yer var ya
Anadolu Hisarı dır burası
önemlidir...
Yıldırım Beyazıt döneminde 
Bizanslılar  şehre ulaşamasın diye yapılmıştır orası
ayrıca boğazın en dar yeridir burası...

sahilde bulunan şu solda ki bina ise
hisarın duvarlarının hemen yakınında ki
Kurtuluş savaşının telgraflarının çekildiği yerdir
postane idi o zamanlar orası...

çok şeyler oldu çocuğum orada 
zamanında
İstanbul işgal kuvvetlerinden gizli 
haberler salındı Anadolu' ya telgraflarla.
şu gördüğün açık alanın hemen solundaki
iki katlı olan o tarihi bina...

bu gün orası
halen postane olarak çalışmakta
neler yaşanmışlığı bilinmeden durulmakta yanında...''
  
Anadolu Hisarın da...
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı...
Anadolu Hisarı' na farklı bir gözle bakar mıydı...

***

KANLICA...

bak çocuğum...

Kanlıca desem sana
biliyorum yoğurt diyeceksin bana
ama
bir yalı var bak ileride şurada
hemen önünde gördüğün 
solda ki büyük kahverengi ve sağda ki küçük kırmızı olan 
Ferruh Efendi yalısıdır orası...

bir zamanlar o günlerde...

saray teşrifatçısı İsmail Ferruh Efendi tarafından yaptırılmış burası
sonrası
Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi olarak adlandırılan
Osmanlı aydınlarının oluşturduğu bir topluluk
toplantılar yapmış Ferruh Efendinin o mekanında
fenni ve edebi konularda faaliyet gösteren bu ilmi topluluk üyeleri
gel zaman Yeniçeri Ocağının kapatılmasının ardından
sürgüne gönderilmiş Bektaşilik suçlamasından...

bu topluluk üyelerinden birisidir o çocuğum
Şıkk-ı Salis Defterdarı İsmail Ferruh Efendi
işte bu yalıyı yaptıran 
bir Osmanlı aydını ve 1797 Londra elçisidir kendisi...

Özi kalesinin olduğu yer olan
Kırım’ın Özü denilen yerin yerlisidir İsmail Ferruh Efendi...

neredeyse  kimse bilmez...

Özi Kalesi...
hani padişah I. Abdülhamit' e üzüntüden felç geçirtip
sonrada hayatını kaybetmesine sebep olan
1788' de Osmanlı Rus harbinin yaşandığı yer...

teslim olunmasına rağmen 
Rus prens Potemkin' in emri ve izniyle
Özi muhafızı Adana mütesellimi Karslızade Hasan Paşa' da dahil
kaleyi korumak için gönderilen 2.000 Osmanlı askeri ile
25 bin sivil insanımızın tecavüz ve işkencelerle katledildiği
Kırım' da ki Özi Kalesinin olduğu yerdir orası...

istersen şu an
gidip bakabilirsin Topkapı sarayının hemen girişine
Özi kalesi taşı vardır girişinde...
Sultan II. Abdülhamit' in zamanında geri alınan
III. Ahmed zamanında yaptırılan
Kafkas savaşlarından sonra İstanbul' a getirilen
insanlarımızın nasıl katledildiğinin belgesi
Özi Kalesinin taşı 
Özi Kalesi Kitabesi...

şimdi bu günlerde ise çocuğum...

Ferruh Efendi yalısının soldaki kahve renkli büyük kısmında 
eskiden haremlikmiş ya orası
iki tam bir çeyrek asır sonra yani bu gün
şimdi başkaları oturmakta orada 
neymiş mi orada kalanların soyadları
kim bilir
vardır elbet bir tanımları
belli ki Tanrı-severmiş onları...

sağdaki daha küçüğü hani eskiden selamlık olanı
şu ağacın hemen sağındaki
rengi kırmızı olan ev
neredeyse '' minik serçe '' yuvası...

bizler çocuğum
eskiden selamlık olan o yerin 
bu küçük kırmızı renkli evin şimdi orada oturan sahibinin
minik serçenin...
şarkıları ile büyüdük gençken
senden bile daha bir çocuktuk o zamanlar bizler çocuğum
çay bahçelerinde gazozlarımızı içerken 
onun '' şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler ''  şarkısını mırıldanırdık
yazlık sinemaların tahta sandalyelerinde çekirdiklerimizi çıtlarken...

hemen üzerinde ki tepedeki mezarlık 
Kanlıca mezarlığı
söylemedim bile sana daha orada yatanları
mesela sanatçı Kayahan' ı...
bestelerini
şarkılarını
anılarını...

anlatsaydım sana ayrı ayrı her birini 
hem Kayahan' ı hem minik serçeyi 
bir bilseydin eğer
biz yaşlardakilerin onların şarkılaryla neler yaşadıklarını 
geçen gençliğini ve anılarını...

işte yoğurdun dışında başka bir Kanlıca' yı anlattım sana
hani yanından geçerken sessiz sesini duymadığın yer...

diye anlatsaydım çocuğa 
bütün bunları anlar mıydı...
Kanlıca' ya farklı bir gözle bakar mıydı...

***

ardından
Çubuklu 
Paşabahçe 
Orhan Veli' nin yazılarını yazdığı Beykoz' da ki evini...
sonrası Anadolu Kavağı
hepsinin her gün sergiledikleri görüntülerini...

***

işte ben bunları düşünürken vapurun arka güvertesinde
izlerim İstanbul' u bir bir öylece
sardığım Adıyaman tütününün dumanıyla
kahvemin sıcaklığının eşliğinde...

zaten tütünden bir nefes alıp
bir değeri düşünmeye başlayana kadar
diğer bir değer geçip gidiyor yavaşça önümüzden 
bir nefeste onun için çekeyim diyene kadar...

o günde
genç bir delikanlı geldi karşıma
durdu tam önümde 
bahsettiğim seyredilesi görüntülere sırtını dönerek
telefonu ile ilgilenmekteydi
sosyal medyanın bilinmeyen derinliklerinde...

hem manzaramı kapatmaktaydı
hem dikkatimi dağıtmaktaydı...

dayanamadım
yavaşça yanına sokuldum
usulca koluna dokundum

'' yanıma gel manzaraya sırtını dönme, seyret '' 
dedim

istediğim
önümde durmaması
gördüklerimi engellememesi
seyretmek istediğimi engellememesiydi aslında...

gülümseyerek yanıma geldi ve
'' ben her akşam bu yoldan dönerim abi ''  dedi

her akşam öyle mi
eve dönüş yoluydu bu onun belli ki
muhtemelen her zaman ki gibi meşgul olurken
telefonun ekranında sanal dünyayla
gitmekteydi evine etrafını hissetmeden görmeden 
yaşanılanları...
yaşanmışlıkları...

ben de
'' olsun 
  sen genede bak
  her dönüş başkadır
  her görüş farklıdır
  seyret istersen...'' 
dedim ...

'' tamam abi'' 
dedi 

dedi ama

laf aramızda
hani bana abi demesi de hoşuma gitti
muhtemelen karanlıkta görememişti beni
babası bile benden küçüktü belki

yanıma geldi
sosyal medya ve telefondan kopamadı
ne İstanbul' un silüeti 
ne martıların sesi
ne köpüklerin ışıltısı
ne bulutlardan sızan kızıllık
ne şehrin görülesi dünkü bu günkü gizemi
ne de sözlerimin anlamı ve etkisi 
ilgilendirmiyordu onu
muhtemelen bilmiyordu bile onca bilginin çoğunu...

kendince önemli olan ile birlikteydi
onun sanal dünyası sevdiğiydi...

çiçek kokusuz geçen yıllar
Köy Enstitüsü eğitimi elinden alınmış toplum ve bireyler...
hepsi eğitimsiz diğerlerinden
bihaber yaşıyorlar değerlerinden
su şırıltı-sız ilgisiz bilgisiz yazık yaşlar...

oysa...

bir bir geçiyordu önümüzden 
renkler
değerler
anlar
mekanlar
anlık değişen manzaralar 
Nedim' in Şehri Sıtanbul' u...
görene...
görebilene...
bilene...
hissedebilene...
ama umurunda bile değildi onun için
kim bilir aklı nerede...

sonra

Kanlıca durağına yaklaşınca
ikimiz de motorun önüne doğru yürüdük
belli ki aynı yerde inecektik
yanından geçerken bakıştık...

ona 
'' dediklerimi unutma
   her dönüş farklıdır...
   her görüş başkadır...
   sen her akşam dönerken eve 
   seyret genede...'' 
dedim

o da
'' tamam abi
   iyi akşamlar '' 
dedi

gülümsedi ve gitti
oysa...

dinlemiyorsun çocuğum 
dinlemiyorsun sen bu İstanbul' un sessiz sesini 
senin dinlediğin kaba gürültüsünün sesi
oysa derin sesler ile dolu 
onun her bir sessiz köşesi
o köşelerden fısıldanarak fışkıran aslında tarihimizin sessiz sesi...

bakma sen 
onların öyle sessiz sedasız durduklarına oralarda
çok büyük sesler vardı her birinin koynunda zamanında
kim bilir 
belki bir aradalar belki de tek başınalar
muhtemelen seyretmekteler buraları bizleri bir yerlerden
yaşadıkları o günleri anmaktalar...

dinle 

bana 
'' ben her akşam zaten bu yoldan dönerim eve '' 
diyorsun ya çocuğum
gerek yok zaten hepsi elimin altında dercesine...
biliyor musun sanki sen 
kaç akşamın var geride
ulaşmak için her zaman ki gittiğin o evine...

ya kalan akşamlar vardır hepimize...
ya da kalan bir akşam geride...
akşamın tamamının garantisi bile yoktur belkide...

***

bir an düşündüm

anlamış mıdır acaba altmışlı yaşlarımın sözlerini...
ayırırken yüzümden yirmili yaşlarının gözlerini...

tam ayrılacaktık
durdum 
döndüm
genç gözlerine bakarak şöyle söyledim ona...

bir şey daha...

'' her akşam yoktur, 
  kalan akşam vardır... ''

***



Tuncay Doğan Kalemoğlu
Kanlıca, İstanbul. 
26.temmuz. 2018
https://twitter.com/tuncaykalemoglu

***

(*)
İSTANBUL...
Nedim, KASİDE.
https://www.liseedebiyat.com/metn-ncelemes/2229-kasde-nedmden-secmeler.html